6 Aralık 2013 Cuma

Bütün buzullar eriyor!




I.SENARYO: İNSAN OLMASAYDI YERYÜZÜ BUGÜN NEYE BENZERDİ?

Yeryüzü insanlardan önce nasıldı? Eğer Homo sapiens hiç var olmasaydı Dünya yine bugünkü gibi olur muydu?

Bir an için Yeryüzü tarihinin son 125.000 yılını eski bir teyp cihazına kaydettiğimizi varsayalım. Şimdi teybi durdurup, bandı geri saralım.


Teyp makarası geri döndükçe insan sayısının yavaş yavaş eksilir. Geçen her dakikada 10 futbol sahası büyüklüğündeki ormanlık alan yeniden kazanılır. İlk başta her yıl Danimarka’dan biraz daha büyükçe bir alan ağaçlanır. Yitirilen ormanların tümü 150 yılda yeniden kazanılır. Aynı zamanda şehirler beton bir gelgit gibi yavaş yavaş çekilir. Mega kentler önce kentlere, daha sonra kasabalara ve köylere dönüşür; insan eli değmemiş yeşil alanlar cangıl haline gelir. Dünyanın nehirleri üzerindeki barajlar teker teker ortadan kalkar. Deniz tabanındaki gemi enkazları ve telekomünikasyon kabloları temizlenir. Toprağın altı, dünyada bugüne dek yaşamış olduğu varsayılan 108 milyar insandan temizlenir. Fosil yakıtlar, değerli taşlar ve metaller, madenler eski yerlerine iade edilir. Aralarında karbon ve sülfür dioksidin de bulunduğu havayı kirleten tonlarca madde atmosferden emilir.

En sonunda 125.000 yıl öncesine vardığımızda, bize çok uzak gibi gelen bir noktaya ulaşmış oluruz. Aslında bu süre jeolojik açıdan “dün” gibidir; ancak insan yaşamının kısalığı göz önüne alındığında, modern insanın var oluşundan bugüne dek geçen süreyi kapsar. Teybi bu noktaya kadar geri sardırdığımızda Yeryüzü’nde insan etkisini tümüyle ortadan kaldırmış oluruz. Peki, bu nasıl bir Dünya’dır?


125.000 YIL ÖNCE YERYÜZÜ NASILDI?

125.000 yıl önce Yeryüzü Eemian buzul-arası dönemini yaşıyordu. 15.000 yıl süren bu ılıman dönemin sonunda, Dünya birdenbire ısınarak sıcak ve yeşil bir gezegen haline geldi. Bu sıcak ve stabil iklim en fazla Homo sapiens’e yaradı. Türümüz ilk olarak 200.000 yıl önce Doğu Afrika’da ortaya çıkmıştı. 125.000 yıl öncesinde popülasyon 10.000 ile 100.000 arasındaydı. Bu insanlar avlanarak veya toplayıcılık yaparak hayatta kalıyorlardı.


Ancak o dönelde Homo sapiens’ler yalnız değildi. New York Kenti’ndeki Amerikan Doğa Tarihi Müzesi’nden antropolog Ian Tattersall “gezegendaşlarımızı” şöyle anlatıyor: “Hominid soyundan gelen en az üç tür vardı. Afrika’da Homa sapiens, Doğu Asya’da Homo erectus ve Avrupa’da Neanderthaller. Bildiğimiz ve bilmediğimiz tüm insan türleri dünyanın herhangi bir noktasında hayatta kalma çabası içindeydi. Afrika’da o sırada nelerin olup bittiğini kimse bilmiyor.”

İnsanlardan başka Yeryüzü’nde çeşitli büyük hayvanlar da bulunuyordu. Okyanuslarda balinalar, karalarda iri otyiyenler bulunuyordu. Kuzey Kutbu’nda iri mamutlar, Avrupa’da iri kediler, Amerika kıtalarında atlar vardı.


İNSAN ELİYLE BAŞLAYAN ANİ DEĞİŞİKLİKLER

Ancak her şey en ufak bir belirti vermeden birdenbire değişti. Veya başka bir ifadeyle önce insanlar değişti, buna bağlı olarak tüm dünya değişti. Tattersall bu değişimi şöyle anlatıyor: 100.000 yıl önce insanlar ilk kez doğanın dışına çıkıp, doğaya karşı cephe almaya başladılar. Ve bugün aşına olduğumuz çıkar hesaplarıyla doğal hayata zarar vermeye başladılar. Örneğin MÖ 2000’li yıllarda dünya nüfusu 10 milyonlar civarındaydı. MS 1700’lu yıllara gelindiğinde nüfus birdenbire 600 milyona ulaştı. Şimdi 7 milyardan biraz fazla ve her gün 220.000 kişi nüfusa katılıyor. Bunlar yalnızca insanlar. Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü’ne (FAO) göre küresel sığır nüfusu 1.4 milyarı, domuz ve koyun sayısı bir milyarı ve tavuk sayısı 19 milyarı buluyor. Ve en kötüsü enerjiyi hiç olmadığı kadar büyük bir açgözlülükle tüketiyoruz. Yalnızca 20.yüzyılda enerji tüketimi 16 misli arttı.”

Ayrıca Yeryüzü’nün doğal görüntüsü de tarım ve ateşin kullanımı ile değiştiriliyor. Pek çok bölgede doğal yeşilliğin yerini ekili alanlar alıyor Gezegenin yüzeyinin % 30’u ile % 50’si arası şu ya da bu şekilde insanlar tarafından kullanılıyor. Ve erişilebilir tatlı suyun % 50’sinden fazlasını şu anda tüketilmekte.

Yeryüzü’nün doğal görüntüsünü en fazla değiştiren tarımsal etkinlik pirinç ekimi. İnsanlar küçük barajlar oluşturarak, suların tortul hareketini tümüyle değiştiriyor. Amaçları, pirinç yetiştirmek için her yerde bataklıklar oluşturmak. Bu nedenle pek çok alan düzleştirildi.


RÜZGARIN SAVURDUĞU TOHUMLAR GİBİ

Modern insan, doğayla birlikte değil, doğaya karşı mücadeleye başlamasından bu yana dünyanın dört bir yanına rüzgarda savrulan tohumlar gibi dağıldılar. Yakın Doğu’ya 125.000 yıl önce, Güney Asya’ya 50.000 yıl önce, Avrupa’ya 43.000 yıl önce, Avustralya’ya 40.000 yıl önce ve Amerika kıtalarına 30.000 ile 15.000 yıl önce yerleştiler. En son 700 yıl önce Yeni Zelanda’ya el attılar.

İnsanlar gittikleri her yere hayvanlarını da götürdüler. Bazılarını bilerek (köpek, kedi ve domuz), bazılarını da bilmeyerek (fare) taşıdılar. Doğal ortama yabancı olan bu hayvanlar hassas bir dengesi olan ekosistemlerde geriye dönüşü olmayan değişiklikler yarattı.

Ayrıca insanlar o bölgelere özgü bir takım hayvan türlerinin tükenmesine yol açtılar. Örneğin dodo kuşu, Mauritius mavi güvercini, deniz vizonu gibi...


İKLİMLERİ DEĞİŞTİRİYORUZ

İnsanlar en büyük kötülüğü, iklimleri değiştirerek yaptılar. Mayıs ayında atmosferik karbon dioksit düzeyi milyonlarca yıldan beri ilk kez 400 ppm düzeyine çıktı. Bu düzey 125.000 yıl önce yalnızca 275 ppm idi. Bu artış kısmen fosil yakıt tüketiminden kaynaklanmakla birlikte, dünya ormanlarının yok edilmesinin de katkısı yabana atılmaz.

İklim değişikliği anında Yeryüzü buzullarını etkiledi. Dünya üzerinde buzullar giderek küçülürken, bazı yerlerde tümüyle yok oldu. (Bknz: İnsanların Olduğu bir Dünyayı Nasıl Bir Gelecek Bekliyor?) Colorado Üniversitesi’ndeki Amerikan Ulusal Kar ve Buzul Veri Merkezi dünya üzerindeki 130.000 buzulun envanterini çıkarttı. Bunların bazıları büyürken, çoğu küçülüyor. Dünyada büyüyen her bir buzula 10 küçülen buzul düşüyor. Kutuplardaki buzul levhaları parçalanıp denize gömülüyor. Temmuz ayında Antarktika’da Pine Adası buzulundaki 30 km uzunluğundaki bir yarık New York kenti büyüklüğünde bir buzul dağı yarattı.


II. SENARYO: İNSAN OLMASAYDI YERYÜZÜ’NÜN GELECEĞİ NASIL OLURDU?

Bazı bilim insanları Homo sapiens olmasaydı, Yeryüzü’nün başka bir insansı türün gelişimine tanık olacağını ve sonucun bugünden daha farklı olmayacağını ileri sürüyor.

Şimdi Homo sapiens’in 125.000 yıl önce Afrika’da ölümcül bir virüs veya doğal bir felakete bağlı olarak ortadan kalktığını var sayalım. Modern insanın olmadığı bir dünyanın geleceği nasıl olurdu?

Bu sorunun yanıtı bazılarına göre çok basit: 125.000 yıl önce nasılsa yine öyle olur. İngiltere’de Leicester Üniversitesi’nden jeolog Jan Zalasiewicz bu konuda şu öngörüde bulunuyor: “Sürekli bir biyosfer olurdu. Başka bir deyişle ormanlar, savanlar dünyanın dört bir yanını sarmış olurdu. Yollar, tarlalar, kentler olmazdı. Karalarda bol miktarda hayvan, denizlerde balina ve balık bulunurdu.

Virginia Üniversitesi’nden iklim bilimcisi Bill Ruddiman bunun çok uzun sürmeyeceğini düşünüyor: “Eğer insanlar 125.000 yıl önce ortadan kaybolsaydı, yeni bir buzul çağına girerdik. Buzullar büyür ve her yanı kaplardı.” Ruddiman’ın bu görüşü zamanında sert eleştirilere hedef olmakla birlikte, pek çok iklim bilimcisi zaman geçtikçe kendisine hak veriyor.

Ancak antropologların bazıları Homo sapiens’in boşluğunu diğer insan türlerinin doldurabileceği görüşünde. Neanderthal , Homo erectus veya bugün hala keşfedemediğimiz bazı türler, sayıca çoğalarak bizim yerimize dünyayı şekillendiriyor olabilirlerdi.


DARALAN EVRİM

Colorado’daki Denver Doğa ve Bilim Müzesi’nden astrobiyolog David Grinspoon, daralan evrim (convergent evolution) fikri ile Homo sapiens’in yarattığı boşluğun başkaları tarafından doldurulacağına inanıyor: “Başka türlerin üzerinde de seçici bir baskı olacağı için bizim geçtiğimiz yollardan geçerek gelişebilirlerdi. Büyük beyin, konuşarak iletişim kurma, sembolik düşünme yeteneği ve tarımı geliştirme becerisi ile donanmış başka bir tür, bizim yaptıklarımızın aynısını yapabilirdi. Böylece Homo sapiens olmasaydı yeryüzü yine bugünküne benzer bir görüntüye bürünürdü. Aynısı olmasa bile daha uzun zamanda bu hale gelebilirdi.”

Özet olarak insan olmasaydı hiçbir şey değişmeyebilirdi. Belki de Yeryüzü er veya geç kaçınılmaz olarak bugünkü haline gelecekti.


III. SENARYO: İNSANIN OLDUĞU BİR DÜNYA’YI NASIL BİR GELECEK BEKLİYOR?

National Geographic dergisi Yeryüzü’ndeki milyonlarca kilometre küp buz eridiğinde nasıl bir felaketle karşılaşabileceğimizi gösteren etkileşimli bir dizi harita yayımladı. Haritalara baktığımızda 5.000 yıl sonra bazı ülkelerin yeryüzünden silineceğini ve pek çok kentin sular altında kalacağını görüyoruz.

Ortalama sıcaklığın bugünkü 14.4 °C dereceden 26.6 °C dereceye çıkması durumunda deniz seviyesinin 65.8 metre yükselmesiyle birlikte tüm şehirler sular altında kalacak ve bildiğimiz dünya haritası yepyeni bir şekil alacak. Bilim insanları Yeryüzü’ndeki tüm buzların ancak 5.000 yıl sonra eriyebileceğini söylemekle birlikte, atmosfere bugünkü hızında karbon salımı devam ettiği sürece bunun çok daha erken meydana gelebileceğini öngörüyor.

New York, San Francisco, New Orleans ve Londra sular altında kalacak şehirlerden yalnızca birkaçı. Tüm Florida eyalet olarak sulara gömülecek. Buna bağlı olarak kıtaların bir başından diğerine popülasyon göçlerinin yaşanması kaçınılmaz olacak. Sonuçta hastalıklar, yoksulluk ve şiddet gibi bugün de var olan sorunlar iyice kontrolden çıkacak. Zaten sınırlı olan kaynaklar giderek tükeneceği için ülkeler arasında kaynak paylaşımı nedeniyle çatışmalar çıkacak.


3 ÜLKE YOK OLACAK

Derginin yaptığı çalışmaya göre ABD’nin dışında İngiltere’nin doğu kıyılarının tamamını içine alacak şekilde Kuzey Avrupa toprakları sular altında kalacak, Danimarka, Hollanda ve Belçika’nın tümü haritadan silinecek. Kuzey Çin’in büyük bir kısmı, Endonezya ve Filipinler gibi ada ülkeleri yok olacak. En büyük kaybı Bangladeş yaşayacak; Atlantis adlı efsanevi kıta gibi denize gömülecek.


TÜRKİYE'DE HANGİ ŞEHİRLER ETKİLENECEK?

Marmara Bölgesi'nde Tekirdağ, İstanbul ve Bursa'nın büyük bir kısmı sular altında kalacak. İzmit de sular tarafından yutulurken, Karadeniz sahil şeridi boyunca Sinop, Samsun, Trabzon illeri içeri doğru daralacak. Ege Bölgesi'nde İzmir'i yutan sular, Yunan Adaları'nı denize gömecek. Akdeniz Bölgesi'nde ise Adana'daki Çukurova deltası tamamen haritadan silinecek. Kıbrıs’ın da % 20'lik bir kısmının sular altında kalacağı tahmin ediliyor.

National Geographic dergisi, bunca uyarıya karşın önlem almakta “ayak sürüyen” Homo spiens’in kendi sonunu hazırlayan felaketlere davetiye çıkarttığını söylüyor. Miami Üniversitesi Jeoloji Bilimleri’nden Hal Wanless, Homo sapiens’e bu tutumundan dolayı yeni bir Latince isim verilmesi gerektiğini söylüyor. Önerdiği isim : Fervents tardius amentes Rana. (Tercümesi: Yavaş yavaş haşlanan beyinsiz kurbağa).

İLGİLİ HABER İÇİN TIKLAYINIZ


BU ÜLKELER SULAR ALTINDA KALACAK

Derleyen: Reyhan Oksay

Kaynak: New Scientist, 16 Kasım 2013

National Geographic, 8 Kasım 2013

1 Aralık 2013 Pazar

What Depth Does Magma Form Beneath Subduction Zone Volcanoes?



What Depth Does Magma Form Beneath Subduction Zone Volcanoes?






Animated drawing of continental and oceanic crust at a convergent plate boundary. Play Animation


Descending Plates in a Subduction Zone
For decades, geologists have been puzzled by the mechanisms that give rise to the kind of volcanoes that form the so-called "ring of fire" around the Pacific Ocean. These arc volcanoes, which account for about 10 to 25 percent of all volcanoes, are produced when one of the plates that make up Earth's crust plunges beneath another plate, a process called subduction.

What was unclear was what factors controlled when, how and at what depth fluids and molten rock from these subducting plates are released, giving rise to the molten magma in the Earth's mantle that would then come spewing to the surface in the form of a volcanic eruption. This process produces many of the world's major deposits of important metals, so understanding how it works could help in locating these sources.

The mystery has now been solved, thanks to fieldwork, experiments and computer modeling carried out by Professor of Geology Timothy Grove of the Department of Earth, Atmospheric and Planetary Sciences (EAPS), graduate student Christy Till, and three colleagues. The results were published in the June 4 issue of Nature.


Melting at Depths of 60 km to 170 km

The new findings will force a rewriting of textbooks and encyclopedias, Grove says. The conventional understanding has been that the depth to these descending slabs under arc volcanoes is always 100 kilometers, but recent analysis shows that in fact the depth can vary considerably, from around 60 km to more than 170 km, depending on a number of factors.


Water and the Stability of Chlorite

Grove says the discovery of this variability in depths led his team to question why. A key variable was the characteristics of a particular mineral called chlorite that forms in the mantle above the oceanic crust. Chlorite contains a large amount of water, and this water is released when the chlorite breaks down at specific combinations of temperature and pressure.

Chlorite breakdown occurs at particular depths in the Earth's mantle determined by the exact angle of the slab as it plunges downward. "The stability of this mineral is the key factor in our paper," Till says, because that's what limits the melting process to such a narrow range of conditions. The speed at which the two plates are converging, the team found, has relatively little effect on the melting depth.

"By knowing that process, we can independently come up with a model for the thermal structure below these volcanoes, and why arc magmas come from these certain depths," Till says. Until this research, she says, "we were still missing that link in how arc volcanoes form."


Understanding Metal Deposits

Understanding the process that produces arc volcanoes is important because, among other things, most of the world's major deposits of such metals as silver, copper and molybdenum occur in these formations. Knowing exactly how they form could eventually lead to a better ability to locate such deposits, Grove says.

In addition to Grove and Till, the research was carried out by EAPS graduate student Einat Lev, Nilanjan Chatterjee, a principal research scientist in EAPS, and Etienne Medard, a former EAPS researcher who is now a professor at Clermont-Ferrand in France. The research was supported by a grant from the NSF.



http://geology.com